MÜSLÜMAN GENÇLİĞİNİN  VASIFLARI VE SORUMLULUKLARI

| EMRULLAH CEYLAN

EKSİKLİK DEĞİL MÜKAFAT

Değerli kardeşim, insan fıtrat üzere doğar, gelişir; öğrenir, yönelir ve yöneldiği ilkeler üzerine ölür. Öğrenme süreci herkes için aynı şartlarda gelişmez, bu noktada Allah’ın insanlar için yazdığı bir kader ile birlikte bazı imtihanlar vardır. Herkes için farklı şartlar, imtihanlar olur fakat herkes için imtihanın var oluşu bir gerçektir. Bu sebeple hayatta veryansın ettiğimiz bazı noktaların bizim için bir imtihan olduğunu unutmamız gerekir. Bazen bu ulaşamadığımız noktalar hastalık haline dönüşüp psikolojik sorunlara dahi neden olabilmektedir. Bu sorunun ortaya çıkmasının sebebi hayata bakış açımızdaki eksikliklerdendir. Değerli kardeşim hayatta hayal ettiğimiz, ulaşmak istediğimiz, imrendiğimiz çokça değer verdiğimiz hedefler olabilmektedir, bunlara ulaşma istediği bazen çoğu şeyden daha değerli hale gelebilmektedir. Ulaşamadığımızda ise ortaya bariz çıkan duygu, eksiklik düşüncesidir. Eksik olduğumuzu düşünür yukarıda da değinildiği üzere bu eksiklik hissi öyle sivrileşir ki psikolojik sorunlara depresyonlara neden olabilmektedir. Bu durumun sebebi haşa Allah (c.c) bize verdiği bir durum değil tam olarak kendi düşüncemizden kaynaklıdır. Şunu büyük bir inançla söyleyebilirim ki arzulanan isteklerin ulaşılması durumunda dahi ideal bir mutluluk içinde olmak mümkün değildir. Olayın Asli durumu şudur ki Allah seni koruyor değerli kardeşim. Sen ince ince düşünceler içinde boğulurken Rabbin dünya ve ahiret hayatında kaybedenlerden olmanı istemediği için senden bazı şeyleri uzaklaştırıyor. Emin ol ki bütün yolları denemene rağmen hedeflediğin şey olmuyorsa Allah sana bundan daha hayırlısını nasip etmek istiyordur. Şu zamanda tam bir adanmışlıkla ulaşılamayacak çok az şey vardır, çokça denemene rağmen razı olmayıp ısrarcı olursan elinde sonunda arzuladığın şeye ulaşacak ve bu hedefin asli bir mutluluk olmadığını görecek yine de bir şeylerin eksik olduğunu göreceksin. Şunu kabul etmen gerekir kardeşim o çokça hayal ettiğin ısrarla ulaşmak istediğin, ısrarla denemene rağmen, henüz ulaşamadığın şeyin sebebi sendeki eksiklik değil Allah’ın senin için selameti ve mükâfattır. Sabretmek zor olsa da bardağın dibindeki hikmeti görüp razı olmalısın ki Rabbin sana hayırlı olanı bahşedecek ve sen böylelikle hoşnut olacaksın. Böyle bir mükafatın sınavı da elbette ki sabır gerektirmesi şaşılacak bir durum değildir.

UÇURUMUN KENARINDAKİ IŞILTILI MODALAR

Kıymetli kardeşim bugün insanlık uçurumun kenarına gelmiştir. Günümüz Her an hazır olan nefislerimize hitap eden çeşit çeşit tuzaklarla dolmuştur. İnsan zihni Müzikler, Danslar, akımlar, sosyal medya, para, makam, güzellik vb. çeşit çeşit modalarla saldırı altındadır. Düşüncelerimiz, söylemlerimiz, hareketlerimiz, davranış kalıplarımız, işgal altındadır. Bireyler kendisine uygun veya ulaşabildiği ölçüdeki moda akımlarına kapılarak fıtrattan uzaklaşmaktadırlar. Buna şöyle bir misal getirebiliriz; bazı böcek türleri ateşin ışığına kapılıp etrafında döner dururlar, halbuki ateşin içine girmeleri kaybetmelerine sebep olacaktır.

Rabbimiz insanları çeşitli özelliklerde yaratmıştır. Kimisine zekâ, güzel ses, kimisine mal, yüz güzelliği vermiştir. Bireyler bunlardan birisine veya birkaçına kapılıp bulundukları camia içerisinde parlamaya ön planda olmaya çalışırlar ve bu ortaya türlü türlü moda akımlarının çıkmasına sebep olmaktadır. Bazıları bu moda akımlarının öncüleri, onlara imrenenler ise bunların takipçileri durumundadır ve artık haz, nefis merkezli bir kitle oluşmuştur. Üstat Seyyid Kutup(R. Aleyh) bu durumu şu sözlerle dile getiriyor “Bugün insanlık bir uçurumun kenarındadır; dehşetle, tereddüt, hayret ve ıstırapla karşı karşıyadır…cinnet derecesindeki hız, ahmakça ölümlere koşuş ve daha nice gülünç “modalara” sığınmakla içinde bulunduğu ruh halinden kaçıp kurtulmaya çalışıyor.

Değerli kardeşim Allah sana türlü türlü nimetler bahşetmiş ve senden bu nimetlerin şükrünü eda etmeni istemektedir. Işte tam bu noktalarda Allah, ne yaptığımızı, nasıl bir tavır sergilediğimizi görmek istiyor. Allah özellikle bu anlarda onurlu bir duruş sergilememizi istiyor. “O” iyi ile kötüyü ayırt etmek için bizleri böylece imtihan ediyor…

ANLAMSIZLIK

Önceki iki bölümde günümüz gençliğinde görülen iki tip soruna değindik. Bunlar yaşayış olarak farklı kutuplarda olmakla beraber, ortak noktaları dünyanın çekiciliğinin etkisinde olmalarıdır. Bir grup bu etkiye istekle kapılmış durumdayken diğer grup ise istekli fakat henüz dahil olmamıştır. Şunu izah etmek gerekir ki ister bu grupların içerisinde olsun isterse dışında bu gruplara imrenenler olsun her iki grup için de zirvede bekleyen büyük bir anlamsızlık bulunmaktadır. Dünya hayatı   insanlığın zihninde olması gerekenden çok daha değerli hale gelmiştir. Zenginlik, güzellik, makam, para, vb. şeyler insanlığın zihnini oldukça meşgul eder durumdadır. Hangimiz yıllarca hayal ettiğimiz bu şeylere ulaşınca belli bir müddet sonra onların küçüldüğünü fark etmemiştir ki. Onlar büyük değil onları gözümüzde büyüten bizleriz, O kadar önemsedik ki Neredeyse hayatımızdaki yegâne amaç haline geldiler, o kadar kapıldık ki yaratılış gayemizi unutur olduk. Araçlar amaca dönüştü. Hâlbuki insanlar inandıkları değerler kadar büyüktürler. Eğer tek amacımız dünyalık ise sıkı bir emek ve harcanmış bir hayatla buna ulaşmak çok zor olmayacaktır. Bu, dünyada kısmı bir faydalanmadan ibarettir ahiret yurdunda ise hayatını dünyaya adamış kıymetsiz bir insan yazılmamıza sebep olmaktan öteye gitmeyecektir.

Bizleri alemlere üstük kılan Allah bu vasfı kazanabilmemiz için bizleri imtihan olarak dünyaya gönderdi değerli ve Kıymetli olan elbette ki bu dünya ve içindekiler değildir. Bizler bunları ancak kısa bir faydalanma  yeri olarak görebiliriz. Nitekim Rabbimiz Mü’min suresi 39. Ayette şöyle buyuruyor “Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır” Bu bilinçle hareket edilmediğinde ortaya kocaman bir hiçlik çıktığını görmekteyiz Anlamsız, duygusuz, monoton bir hayat. Örneğin Batı toplumuna bakıldığında kendilerini sanatın, özgürlüğün, medeniyetin merkezi olarak görmektedirler. Fakat Bugün Avrupa’da yaşayıp geri dönen birçok insanın Avrupa’daki samimiyetsizliklerden monotonluklarından, şikâyet etmektedir ve yine çok tuhaftır ki intihar vakalarının en çok görüldüğü toplumlar yine Avrupa toplumlarıdır. Hem de bütün ilmi desteklere, madde medeniyetinin bütün kolaylıklarına rağmen… Elbette ki bu ve benzeri sonuçlar tesadüf değildir. Bunlar dünyadaki her lezzete erişebilmenin sonucunda oluşan vakalardır. Evet insanlar hayata karşı kendilerini çaresiz hissedip hata yaparak intihar edebildikleri gibi tüm lezzetlere ulaşmanın tüm hazları yaşamanın sonucunda da kocaman bir anlamsızlığın içine düşüp intiharı düşünebilmektedirler.  Bunun sebebi insanın yegâne amacından uzaklaşması sonucu ruhen çökmesidir. Elbette ki yeme içme üreme eksenindeki bir hayatın sonunda anlamsızlık belirecektir.  Çünkü diğer canlılar da yer içer ürer barınaklarına girip çıkar aynı şeyi tekrarlayıp dururlar. İnsanın ise akıl sahibi bir varlık olarak yaratılış gayesini hatırlayarak asli fıtratına yönelmesi gerekmektedir.

“İnsanlığın artık bu maddeci medeniyeti taşımaktan yorulduğu ve zorlandığı inkâr edilemez bir gerçektir.”[1] Ve bugün İnsanlığın ihtiyaçlarına cevap verebilecek, ona haysiyetini iade edebilecek ve onun hayatına anlam katacak bir tek sistem, bir tek din var!.. O da İslam’dır. Yeter ki İslam’ı insanların yaptıkları olarak görmekten ziyade onu aslı itibari ile araştırıp öğrenelim.

MİHENK TAŞI

Doğru Nedir?  Doğruluk kişiden kişiye değişir mi veya nesnel bir perspektife oturtulabilir mi?

Allah’ın varlığına inanan insanlar olarak şu soruyu kendimize sormamız gerekir; Dünya veya ahiret hayatı için takip edilecek yol ve prensipler insanlar içerisindeki en zeki, en önde gelen insanlardan mı alınmalıdır; yoksa insanın zerrelerine kadar bilen bir varlıktan mı alınmalıdır. Maalesef ki bugün modernizmin etkisiyle kim hangi yolu tuttuysa hemfikir çevreleri tarafından takdir görüyor ve insanların yönelimleri bu toplumsal güdülere göre şekilleniyor. Yalnız şüphesiz ki en iyi bilen en iyi yolu belirlemiştir dolayısıyla bir Müslüman için tek bir doğru vardır o da ALLAH ve Resulünün gösterdiği yoldur.  Bugün yaşanan siyasi, ekonomik, psikolojik her türlü bunalım kriz ve buhran bu yolu takip etmemekten kaynaklanmaktadır. Prensipleri olan her sistem, her kurum, her düşünce, her davranış kuralı ve gelenek bu yüce nuru kabul etmediği sürece hiçbir zaman adalet tecelli etmeyecektir. Burada dikkat edilmesi gereken şey bu nuru günümüz insanlarından öğrenilmesi durumudur. Doğru kaynağından öğrenilir. İnsanlık kaynaktan ziyade ancak bunun uygulayıcılarıdır ve uygulayabildikleri kadarıyla örnek alınabilir, uygulayamadıkları ise bu nur yerine koyduklarıdır. İslam’ın kaynağı bellidir, Kuran ve sünnettir. Bu hakkıyla takip edildiğinde insanlık elbette ki onur ve haysiyetine tekrar kavuşacaktır. Onun için ne kadar değerli olduğumuzu çeşitli ekollere ideolojilere söylemlere göre değil ancak İslam ile anlayabiliriz. Ez cümle ne olduğumuzu görmek istiyorsak kendimizi mihenk taşı olarak İslam ile karşılaştırmamız gerekir. Aksi halde ancak hak dışındaki düşüncelerin esiri oluruz.  Bugün durum böyle olduğu halde maalesef ki insanlık doğru yolda olduğunu da düşünmektedir.

Rabbimiz Beyyine suresi 8 ayette şöyle buyuruyor ‘’Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razı oldular’’ Allah, bu ayette sahabilerden bahsediyor, işte bizler gibi zaafları olan kusurları olan insanlar ve Allah onlardan razı olduğunu dile getiriyor. Kendimizi onlarla karşılaştıralım, bu topluluk kimdir? Bireyleri kimlerdir? ne yaşamışlardır? Araştırıp kendimizi onlarla karşılaştırmak gerekir. Bunlar araştırıldığında bu topluluğun her bireyinin gökteki bir yıldız misali ayrı ayrı karakterleri, özellikleri ve hikayeleri olduğunu göreceksiniz, Bir o kadar tanıdık duygulara şahit olacaksınız, yakın hissedeceksiniz. Allah onlardan razı olduğunu belirtiyorsa o zaman onları ayrı ayrı öğrenip kendimize değer biçmemiz gerekmektedir ancak o vakit gerçekleri görebiliriz.

GÜÇLÜ BİR BAĞ

Kıymetli kardeşim “hayat yıların sayısına göre göre değil zihnin derinliğine göre yaşanır.”[2]  Ohalde şu kısacık hayatın içine en değerli olan neyse onu yerleştirmemiz onu yaşamız gerekir. Bir Müslüman için en değerli şey inancıdır. Bunun temeli de ALLAH ile güçlü bir bağ kurmaya dayanır. Evet işin aslı budur, ayırt eden, öne çıkaran hassas çizgi budur. Bu öyle bir güçtür ki kim karşınızda durursa dursun tökezler tutulur, şaşırır ve afallar. Bu öyle bir sırdır ki sizi hep üstün ve galip kılar; insanı çamur, et ve kemik bağlarından tamamen kurtarıp “insan” olma şerefine yüceltir. Ancak yaşayarak hissedilebilir bir duygu, ancak samimi bir niyet, yalnız kalpten bir muhabbetle. Her şeyi bir kenara bırakarak örneğin herkesin uyuduğu bir vakitte, uykunun en ağır bastığı anda, en kuytu köşede, annenin çocuğuna olan merhametinden çok daha merhametli olana, seslen, konuş, bir antlaşma imzala sözüne hep sadık kalarak, kalbinde hep taşıyarak en zor anlarda ahde vefa şuuru ile..

TANIMAK

Yeni bir yola girmek için istikametin bilinmesi önemlidir. Niyetten sonraki aşama öğrenmek ve tanımaktır. Duygular elbette önemlidir. Lakin dinimizi öğrenmezsek yaşadıklarımızı din zannederiz. Bunun ilk adımı Allah’ı tanımaktır. Çünkü istikametin bunun üzerine inşa edilmesi gerekir. Anlaşma Allah ile olduğuna göre O bizi her zerremize kadar biliyor o halde bizim de onu iyi tanımamız gerekmektedir. Onun isim ve sıfatlarını araştırmak ve koşulsuz boyun eğmek gerekmektedir. Araştırmalarımız üzerine çokça tefekkür etmek de önemlidir. Örneğin Allah’ın Rahman ve Rahim isimleri vardır. Bunlar Allah’ın merhamet isimleridir. Rahman inanç gözetmeksizin tüm mahlukata olan merhameti ifade ederken rahim ise Müslümanlara gösterilen merhameti temsil eder.

Peygamber efendimiz şöyle buyuruyor

“İman yetmiş veya altmış küsur şubedir. En üstünü  La ilahe illallah, en aşağısı ise ise eziyet veren şeyi yoldan kaldırmaktır”[3]

Peygamber Efendimiz (s.a.s) imanın en küçük şubesinin yolda eziyet veren şeyi kaldırmak olduğunu söylüyor. Yani yolda eziyet veren bir taşı kaldırdıktan sonra yoldan geçen her bir kişi için ALLAH bize sevap yazıyor veya bir tebessüm için bile sevap yazıyor. Ayrıca yapılan her bir iyiliğe on sevap her bir kötülüğe bir günah yazılıyor. Bunlar Allah’ın koyduğu ölçüler ki rabbimiz gerçekten bizim cenneti kazanmamız için en uygun şartları koymuştur. Verdiğimiz örneklerde aslında Allah’ın ne kadar merhametli olduğu üzerine oldukça tefekkür edilecek noktalardır, bu şekilde Rabbimizi tüm isim sıfatlarıyla tanıyıp ona yönelmemiz ve Onunla dost olmamız gerekir ki onu hep kalbimizde taşımamız bizi vakar sahibi kılacak onun bizi sevmesi insanlar arasında da sevilmemize sebep olacaktır.

HASTA BEBEK

Bu başlık altında imanı bir bebeğe benzeteceğiz; nasıl ki bir bebek anne karnına yerleşmesinden itibaren annesinin yedikleri, içtikleri, duygusal durumundan etkileniyor ise imanımızda böyledir. İmanımızı duygusal olarak hissetmek ve de beslemek gerekir. Nasıl ki anne sağlıksız beslendiğinde ve duygusal olarak kötü günlerden geçtiğinde bebeği de bir nevi bu olayı hissedip hastalanacaksa imanımızı beslemediğimizde imanımız da hasta bir bebek gibi olacaktır. Haliyle bakıma muhtaç bir çocuğa ilgi, sevgi gösterilmezse psikolojik ve biyolojik olarak nasıl sorunlar yaşayacaksa imanımızın durumu da aynı şekildedir.

Nitekim Rasülullah (s.a.s) bir hadisinde imanı yenilemenin önemine vurgu yapmıştır.

“İmanınızı lâ ilâhe illâllah diyerek yenileyiniz.” [4]

Yine başka bir hadislerinde Peygamber Efendimiz (s.a.s) İmanın insana kazandırdığı kuvvet direniş gücüne, vurgu yapmıştır.

“Mü’min kişinin benzeri, bir sap üzerinde biten taze ekin gibidir. Rüzgâr ona hangi taraftan gelirse onu eğer de yaprağı diğer tarafa döner meyleder (fakat o yıkılmaz). Rüzgâr sakinleştiğinde yine doğrulur. İşte ml’min kişi de böyledir. O da belâ sebebiyle eğilir (fakat yıkılmaz). Haktan yüz çeviren kâfir kişinin benzeri ise sert ve dümdüz duran çam ve dağ servisi gibidir. Nihayet Allah onu dilediği zaman (bir seferde) kırar devirir.” )[5]

“Müminin hâli ne güzeldir. Başına bir felaket gelse sabreder, bu onun için hayırdır. Başına bir iyilik gelse şükreder, bu onun için hayırdır.[6]

İmanımızı diri tutmak için;

  1. En zor anda nefsinin ve şeytanın vesveselerinden kaçınarak Allah’ı an; bu ALLAH ile olan bağını kuvvetlendirecektir
  • Kimsenin tenezzül etmediği herkese zor gelen hayırlı bir ameli asla kaçırma, bu ALLAH katında değerini yükseltecektir.
  • İmanını güçlü hissetmediğinde kuran oku veya peygamberlerin ve sahabilerin hayatını oku  bunlar davanı tekrar hatırlatarak ayağa kalkmana yardımcı olacaktır
  • Davan için sabır ve sebatla projeler üret bu malayani işlerden uzak durmanı ve hayatını daha anlamlı kılacaktır
  • Gece vakti herkesin uyuduğu bir vakitte kalk rabbine namaz kıl, dua et ve onu teşbih et bu Allah ile irtibatını kuvvetlendirecektir
  • İmanın ara ara zayıflayabilen bir şey olduğunun bilinci ile bu dönemler için önceden zihnen hazır olmalı ve tetikte olmalıyız
  • Allah’ın sevdiği ortamlarda olmalı, konuşmamız ve tavrımız ile insanlara Allah’ı hatırlatmamız gerekir.
  • İmanımız ya da içinde bulunduğumuz toplulukla övünüp kendimizi en üstün görüp şeytanın tuzağına düşmememiz gerekir
  1. Faydalı işlerle uğraşıp, zamanı bir inci gibi görerek İslam’ın tüm yeryüzüne yayılmasını hedef edinmemiz gerekir.
  • Yeryüzündeki adaletsizlikleri, çeşitli coğrafyalardaki Ümmetin sorunları üzerine düşünüp çözümler bulmaya, mazlum ve yetimlere her daim kol kanat germeyi vazifemiz haline getirmemiz gerekir.

HAYALPERESTLİK DEĞİL HAYAL ETMEK

Bugün insanlık genel olarak her dönemkinden daha çok uzaktır Allah’tan ve adaletten. Bazı insanların veya toplulukların nefsi istekleri yerine gelebilmesi veya refah seviyesinin yükselmesi için bin bir türlü oyunla farklı coğrafyalarda farklı oyunlar oynanmaktadır. Çocuklar açlıktan ölmekte; Müslüman kadın ve erkekler çeşitli zulümlere uğramaktadır.  Mymmar’da Filistin’de Irak’ta Suriye’de kadın ve çocukların haykırışları karşısında herkesin Allah’a nasıl hesap vereceğini düşünmesi gerekir. Bu yapılan zulümlere karşı tüm Müslümanların vizyon sahibi olması gerekmektedir.

Önemli olan Müslümanların sorunlarıyla alakalı ne yapılması gerektiğini sürekli beyan etmek değil; bunlara çözüm arayışı içerisinde olmaktır!

Şüphesiz bu din insan hayatını düzenlemek için konulmuş ilahi bir nizamdır. Ama bu nizamın insan hayatında gerçekleştirilmesi yine insanın, beşerî gücünün sınırları çerçevesinde sarf edeceği çabaya bağlıdır [7]; bu yüzden bu haykırışlar karşısında her Müslümanın çaba sarf etmesi gerekir. Hiç olmasa dert edinmelidir. Olanı takip etmek değil olmayanı yapmak gerekir mesela uçan robot bir sineğin hayali kurulabilir! Her Müslüman meşru her alanda Allah ile kurulan dostluğun hakkını vermek için elinden gelenin en iyisini yapması gerekmektedir; Büyük bir azim ve tevekkül ile…  Başarı ancak Allah’tandır.

SOSYAL PLATFORM

Günümüzde insanların büyük çoğunluğunun vazgeçilmezi haline gelen ve   günden güne kullanıcısı artan sosyal platformlar günümüzde toplumumuz için çok mühim bir sorun haline gelmiştir. Bazı faydaları olsa da zararları yadsınamayacak kadar çok; getirdikleri kadar götürdükleri daha fazla olan bir platform silsilesi haline gelmiştir.

İlerleyen yıllarda kullanımı daha da artacak sosyal mecraları; Müslüman ve bilinçli kimseler, kitleleri bu konuda bilinçlendirecek olursa bu dezavantajı kendi avantajımız haline getirebiliriz. Çünkü bilginin bu kadar kolay ulaşılabilir bir hale geldiği bir çağda kişileri sosyal mecralardan ya da internet ortamından uzaklaştırıp sığ bir yaşama kavuşturma hayali ütopik olacaktır. O halde bir Müslümanın temel düsturu kimliğini kaybetmeden bu ortamlarda Müslümanca bir tavır sergilemek olacaktır. ’Eğer imtihan bekliyorsak bilmeliyiz ki en büyük imtihanlardan birini internet ve sosyal medya üzerinden yaşayacağız.’’[8]

Sosyal mecralarda nasıl bir tavır sergilemeliyiz? Üzerine birkaç nasihat…

  1. Paylaşımları ile “Allah’ı Hatırlatan Adamlar”

Sizin en hayırlınız görüldüğünde Allah’ı hatırlatan adamdır. Efendimiz bu tarifi ile ticaretten siyasete, sosyal hayattan aile hayatına kadar hayatın her alanında her türlü hal ve hareketi, giyinişi, görüntüsü, davranışı ve yaşantısı ile İslam’ı temsil eden müminleri tarif etmiştir.[9]

2.Normal hayatta beş kuruş etmeyen insanlar bazen sosyal medyada milyonların sevgilisi olabilir bizim derdimiz milyonların değil Allah’ın beğenisini kazanmak olmalıdır.[10]

3. Dışarıdan insanların gözünden bakıldığında; ibadetlerimize özen gösteren, İslam uğruna koşuşturan bir mümin gibi görünebiliriz; önemli olan internet ile baş başa kaldığımızda neler yaptığımızdır

4.İnternet ve Sosyal medya üzerinden birkaç dakikada milyonlarca insana ulaşmak mümkün iken bunu avantaja çevirmeli hayırlı işlerde ve İslam’ı toplumlara duyurmak temel hedefimiz olmalıdır.

5.İnsanların arasını bozacak ve darılmalarına vesile olacak paylaşım ve yorumlardan kaçınılmalıdır

6.Zamanımızın kıymetini bilmeli günlük ya da haftalık vakit geçireceğimiz süreyi planlamalı günlük aktivite ve aile hayatımızdan bizleri uzaklaştırmamalı Kaş yapalım derken göz çıkartılmamalıdır.

BİRİCİK ORTA YOLLU SEN

Türk Dil Kurumunun sözlüklerini taradığımızda orta yol ile alakalı şu cümle geçmektedir.’’ Çözüme açık, herkes tarafından kabul edilebilir olan davranış ve tutum’’[11] olarak ifade edilmektedir

Rabbimiz olan Yüce Allah  Kuran’ı Kerimde de birçok yerde orta yollu olmak kelimesini farklı alanlarda vurgulamıştır.

“Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir.”[12]

Ayetinde insanların arasında böbürlenerek yürümemeyi, kibirden sakınmayı bizlere yürüyüşteki orta yol olarak tanımlıyor.

Diğer bir ayette ise;

Onlar, harcadıklarında ne isrâf eder ne de eli sıkı davranırlar; bu ikisi arasında orta bir yol tutarlar.[13]

Ayetinde Ne büsbütün savurgan olmaktan ne de eli çok sıkı olarak cimri olmaktan ise orta yollu bir harcama şeklini bizlere öğretiyor.

Sonra o kitaba kullarımızdan seçtiklerimizi mirasçı yaptık. Onlardan kimi vardır, kendi kendine zulmeder. Kimi vardır, dengelidir, orta yolu tutar. Kimi de vardır, Allah’ın izniyle her türlü hayırlı işlerde önde koşar. İşte en büyük lütuf budur.[14]

Hadislerde ise ;

Ebû Hüreyre radıyallanu anh’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Din kolaylıktır. Dini aşmak isteyen kimse, ona yenik düşer. O halde, orta yolu tutunuz, en iyiyi yapmaya çalışınız, o zaman size müjdeler olsun; günün başlangıcından, sonundan ve bir miktar da geceden faydalanınız.”[15]

Hadisinde ise Rabbin verdiği emirler dışında kendimize ibadi ya  da dini noktalarda fazlasını yapmamızı aşırılık olarak adlandırıyor.

Buhârî’nin bir başka rivayeti şöyledir:

“Orta yolu tutunuz, amellerinizi mükemmelleştirmeye ve Allah’a yakın olmaya gayret ediniz. Sabahleyin, öğle ile akşam arası çalışınız. Bir parça da geceden faydalanınız. Aman acelesiz gidin, telaşsız gidin ki, menzilinize, varacağınız hedefe ulaşasınız.”[16]

Orta yol kelimesi aslında toplumuzda da olumlu çağrışımlar yapan bir ifade olmakla beraber gerek filozoflar da gerek toplumlar arası arabuluculuklarda çokça kullanılan bir ifade haline gelmiştir.

Ahlakta ifrat ve tefrit değil orta yol makbuldür. [17]

Nasıl Bir Orta Yol?

Bu başlığın altında ilk olarak iki kavramı açıklayacağız ve bunlar üzerinden somut örnekler kuracağız.

İfrat: Aşırı abartmak

Tefrit: Bir şeyi gereğince ciddiye almamak, önemsememek.

İnancımıza göre İfrat ve tefrit olayları yanlış yorumlamamıza neden olur. Şimdi gelin nasıl bir orta yol başlığını ele alalım;

  1. Rabbinin rahmetinden, dedi: sapkınlardan başka kim ümidi keser?[18]

Ayetinde Allah’ın Rahmetinden Ümidi Kesmek İfrat; Allah’tan korkmayıp benim yaptıklarıma kesin merhamet eder gözüyle bakmak tefrittir. Bu ikisinin orta yolu ise;
korku ile ümit arası olmaktır.

2.Cimri olmak tefrit savurgan olmak ise ifrattır. Orta yolu ise cömertliktir.

3.Tembel bir insan olmak tefrit aceleci olmak ise ifrattır. Orta yolu ise kişinin kendi hakkına girmeden, orta bir dengede olmasıdır.

4.Gece gündüz ibadet yapıp kendini toplumdan ve aile hayatından soyutlamak ifrat; ibadetlerden tamamen yüz çevirmek ya da Rabden bir şey isteyeceği zaman ibadet etmek tefrittir. Bu ikisinin orta yolu dünya ve ahiret arasında orta yollu bir denge izlemektir.

İKİ ÖMERDEN BİRİ

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım…[19]

Rasüllullah (s.a.s)’i görmek ve onun yanında bizzat onun fedakarlıklarına ve Rab ile bağlantısına şahit olmak…

Kim istemezdi ki?

İki Ömer’den biri olarak Rab tarafından seçilmek, duada kabul olunan kişi olmak…Hz. Ömer Müslüman olmadan önce sert karakteri ile öne çıkan biriydi. Genel olarak toplum tarafından da kalbi yumuşamaz bir kimse olarak görülüyordu.

Habeşistan muhacirlerinden olan Amir İbn Rabia’nın hanımı Leyla binti Haşme Ümmü Abdullah şunları anlatır: “Biz Habeşistan’a hicret etmek üzere yola çıkmıştık, Mekke’nin varoşlarındayken Ebû Abdullah (eşi) bazı ihtiyaçlarımızı almak üzere yanımdan ayrıldığı bir sırada Ömer İbnu’lHattab ile karşılaştım. Bize sürekli işkence eden ve sıkıntı veren Ömer’i
görünce hiç hoşlanmamış, hatta bir hayli endişelenmiştim. Zira o, biz Müslümanlara karşı son derece acımasızdı. Onun burada bize saldırıp bizi yolumuzdan alıkoymasından korktum. Ama hayret edilecek bir ses tonu ile ve üzüntülü bir çehre ile: “Ummu Abdullah! Bu hicret için bir hazırlık galiba, Nereye gidiyorsunuz?” deyince biraz şaşırmıştım, ama ona cevaben dedim ki: “Allah’a yemin olsun ki Allah’ın arzında işkence görmeyeceğimiz
bir yere gidiyoruz. Sen bizi işkenceden işkenceye sürükledin, perişan ettin. Belki Allah bize rahat nefes alabileceğimiz bir yurt ihsan eder.” Ömer ise, bu sözlerime karşılık kendisinden beklemediğim bir cevap vermişti: “Allah yardımcınız olsun.” O güne kadar Ömer’de her nedense görmediğimiz bir şefkat ve merhametli bir hal vardı. Üzgün bir çehre ile yanımızdan ayrılıp gittikten çok kısa bir müddet sonra eşim Âmir geri döndüğünde ona
Ömer’de gördüğüm bu hal ile aramızda geçen konuşmayı aktardım. Bana “Yoksa sen Ömer’in Müslüman olacağını mı bekliyorsun, bunu mu umdun?” demişken hemen tereddütsüzce eşime: “Evet” dediğimde şöyle cevap verdi: “Hattab’ın merkebi Müslüman olur da Ömer Müslüman olmaz.”[20]

Ancak Hz Ömer ‘in karakteri sert olmasının yanında doğruyu ve adaleti de geri planda bıracak bir sertlikte değildi; ya da bu sertliği İslam gibi bir fıtrat dininde İslam’ın süzgecinden geçerek kalbini yumuşatacaktı. Yine sertliği devam edecek bu kez bu hali İslam düşmanları karşısında olacak Artık İslam ‘la şereflenecekti.

Rasulullah (s.a.s)Müslümanlara yapılan işkencelerin artması ile bir yandan Rabbinden yardım istiyor , kendine İslam’ın yayılmasında ve Müslümanların güçlenmesinde yardımcı olacak kişilerin dine girmesi için  durmadan dua ediyordu.

“Ya Rabbi! Her iki Amr/Ömer’dan/Ebû’l-Hakem İbn Hişam ile Ömer İbnu’l-Hattab’tan birisine hidayet ver.”
[21]

Allah onun duasını geri çevirmezdi ama layık olana, hak edene
hidayet ulaşır. Bu duadan Ömer İbnu’l-Hattab nasibini alacaktı. Çünkü
onun kalbi İslam’a karşı daha meyilli ve hazırdı. Ebû Cehil Amr İbn Hişâm
ise alabildiğine inatçı ve azılı bir İslam düşmanı idi. Bu yüzden iman Ömer’e
nasip oldu.[22]

Rivayetleri incelediğimizde Aslında Hz. Ömer’in Müslüman olma hadisesi ile ilgili bir çok rivayet ortaya çıkmaktadır. Bunlardan en çok bahsedilen rivayetlerden bir tanesini beraber inceleyelim.

O güne kadar birçok Müslüman, imanını gizlemek zorunda kalmıştı. Bunlardan birileri de Adiyyoğullarına mensup olan Said İbn Zeyd ve eşi Fatıma idi. Ömer’den korktukları için Müslümanlıklarını açıklamamışlardı. Ömer, bu sözleri Nuaym’dan işitince yeni hedefine doğru hızla ilerlemeye başladı. Kur’an-ı Kerim Hz. Peygamber’e (sav) vahyedildikçe kendisine gelen ayetleri ashabına öğretir, Erkam’ın evine gelenler ise burada öğrenir, gelemeyenlere de evlerine öğretici göndererek evlerinde eğitilirlerdi. Bu evlerdeki eğitimi yapanlardan birisi de Habbab İbn Eret’ti. O, Erkam’ın evinde Hz. Peygamber’den (sav) öğrendiklerini alır, görevli olduğu evlere ulaştırır, okur ve okutur, ashaba öğreticilik yapardı. İşte Habbab da o gün inen Ta-Ha suresinin ilk ayetlerinin olduğu varakı alıp, Said b. Zeyd’in evine gelerek onlara bu ayetleri okutuyor, öğretiyor ve Resulullah’tan öğrendiği şekilde izahlarını yapıyordu. İşte tam o sırada Ömer hiddet ve şiddetle kapıya dayanmış, önce kulak verip evde olup bitenleri dinlemeye çalışıp, içeriden bir okuma uğultusunun geldiğini işitti. Sonra hınçla kapıyı tekmelemeye başladı. Fatıma gelenin Ömer olduğunu anlayınca önce Habbab’ı ve elindeki ayetleri sakladı. Habbab evin arka taraflarında bir köşeye saklanınca Fatıma da ayetlerin yazılı olduğu deri parçasını yakasının içinden elbisesinin altında sakladı. Aynı olayı aktaran başka rivayetlerde ise Fatıma’nın söz konusu deri parçasını oturduğu yerde uyluğunun altına koyduğu aktarılır. Büyük bir hırsla içeriye giren Ömer: “Ne uğultu yapıyordunuz, bir şeyler okuduğunuzu işittim, neydi o, veriniz bakayım, yoksa işittiğim doğru mu? Siz de mi dininizden vazgeçip Muhammed’in peşine takılmışsınız?” Zeyd ve Fatıma kendilerini bekleyen dayak ve işkenceden kurtulmak için bir şeyler söylemek istemişler ve ona: Ömer! Hakkın ve doğru olanın senin dininden başka bir dinde olsa da mı? d er demez, Ömer Zeyd’e bir darbe indirerek onu yakaladığı gibi yere yığmış, boğazına oturmuştu. Fatıma kocasını savunmak için Ömer’i itekleyip elbisesinden yakalayıp çekmeye çalışırken Ömer şiddetli bir tokatla kız kardeşinin ağzını ve burnunu kan revan içinde bırakmıştı. Fatıma yediği darbenin etkisiyle ağabeyine bağırarak şöyle haykırmıştı: “Ömer! İstersen bizi öldür, parça parça et, biz Müslüman olduk, Muhammed’e ve ona gelen vahye iman ettik. İmanın lezzetine vardık, bizi öldürsen de biz bu imanın zevkinden vazgeçmeyiz, istediğini yap, Allah’ın bir olduğuna ve bir ortağının olmadığına, Muhammed’in onun Resulü olduğuna şehadet ederiz.” Zeyd ve Fatıma’nın bu azim ve kararlılıkla kendi imanlarına sahip çıkmaları ve her ikisinin karı-koca olarak takındıkları izzetli tavrın karşısında Ömer, birden şaşırmış, aniden sakinleşmiş, kısık bir sesle: “Neydi o okuduğunuz? Verin bakayım, ben de okuyayım.” deyince, Fatıma tereddüt etti, ama bir taraftan bunları okuduğu takdirde Müslüman olmasını ümit ediyor, diğer taraftan da bu sahifeye zarar vermesinden korkuyordu. Ömer, bu düşünceleri dile getiren Fatıma’ya, bu yazıya zarar vermeyeceğini, okuduktan sonra kendilerine iade edeceğini, inandığı tanrıları adına yeminle söyleyince Fatıma da elindeki Ta-Ha Suresinin ilk ayetleri ile Tekvir Suresi’nin tümünü ihtiva eden sahifeyi sakladığı yerden çıkarıp kendisine vermek istedi. Fakat Kur’an’a sadece temiz olanlar dokunabilirdi. Bu hükmü hatırlayınca Hz. Peygamber’den (sav) ve gelen ayetlerden öğrendiklerine göre müşrik birinin bunlara el sürmesi uygun değildi. Fatıma ağabeyine müşriklerin necis olduklarını ve bu sahifeye ancak temizlendiği takdirde dokunabileceğini anlatınca, Ömer itiraz etmeden adeta İslam’a girmeyi kabul ettiğine dair işaretler vererek dediklerini yaptı ve söyledikleri gibi yıkandıktan veya abdest aldıktan sonra sahifeyi eline aldı. 12 Mekke’de okuma yazma bilenler içinde Ömer de vardı. Allah iman nasip edince kulun içindeki duygularını ve iman talebini harekete geçirir.

Hayret, heyecan ve merakla sahifeyi eline alan Ömer okumaya başladı:
“Tâ Hâ. Kur’ân’ı sana, meşakkat çekip, yorulup durasın, sıkıntılar içinde olasın diye indirmedik. Yüce gökleri ve yeri yaratan tarafından onu, Yaratana saygı duyanı uyaran, irşad eden buyruklar halinde tedricen indirdik. O, Rahman’dır(Sonsuz merhamet ve şefkat sahibidir), rubûbiyet arşına kurulmuştur. Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nundur. Bu, ikisi arasında olan, yerin altında olan da O’nun’dur. İster yavaş konuş, ister açıktan, O’na göre birdir. Zira O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. O’dur Allah, O’ndan başka ilah yoktur. En güzel isimler O’nundur.” 13 Başka bilgilere baktığımızda ise Hz. Ömer’in ilk okuduğu sure el-Hadîd suresinin baş taraflarıydı: “Göklerle yerde olanlar Allah’ı tesbih ederler.
O, Azîzdir, Hakîmdir. Göklerin ve yerin mülkü O’nun’dur. Diriltir ve öldürür. O, her şeye gücü yetendir. O, hem ilktir, hem âhirdir, hem zâhirdir, hem bâtındır. O, her şeyi en iyi bilendir. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da Arş üstüne istivâ edendir. O yere gireni de ondan çıkanı da gökten ineni de oraya yükseleni de bilendir. Nerede olursanız O sizinle beraberdir. Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir. Göklerin ve yerin mülkü yalnız O’nun’dur. Bütün işler Allah’a döndürülür. Geceyi gündüze bitiştirir; gündüzü de geceye bitiştirir. O, kalplerin özünü en iyi bilendir. Allah’a ve Rasûlü’ne iman edin.” 14 ayetlerini sonra da Tekvir Suresi’nin tamamını okumuştu. Ömer bu sözler karşısında büyülenmiş gibiydi. Dili tutulmuş, bir şey söyleyemiyor, içinde fırtınalar kopuyordu. Öldürmek için yola çıktığı zatın getirdiği öğretileriyle dirilmiş  bu sefer ona iman ettiğini bildirmek için yol arıyordu. “Göklerde ne var, yerde ne varsa O’nun’dur. Bu, ikisi arasında olan, yerin altında olan da O’nun’dur. En güzel isimler O’nun’dur.’’ ayetlerini tekrarlayıp durmuştu. Bu ne güzel sözler diye ağzından çıkan kelimeler etrafındakileri şaşırtmış ve ümitlendirmişti.[23]

Bu olayların akabinde Hz Ömer Rasullah sas’in yanına gider ve şehadet getirerek Müslüman olur. Hz Ömer’in Müslüman olması ile beraber müminler çok sevinmiş ve kendilerini güçlü hissetmişlerdir. Hz Ömer’i Ömer yapan doğrular karşısında kendi nefsini bir kenara bırakıp doğru ve güzel olanı bütün benliği ile kabul etmesiydi.

Baktığımız zaman aslında Rasullahın ikisinden birine hidayet ver diye duaya muhatap olan iki Ömer’de toplumda zekâları ve liderlik özellikleri ile ortaya çıkan şahsiyetlerdi. Lakin Ebü’l-Hakem’in Rasulullah’ın İslamiyet’i kabul etmemesi sebebiyle ismi Ebu Cehil (Cehaletin Babası) olarak değişen şahsiyetin aklını doğrular karşısında net kullanamaması, kabilesinin menfaatlerinin her şeyin önünde görmesi onu bu hidayetten, mahrum bıraktı. Hz Ömer ise hak ile batılı Allah’ın yardımı ve hidayeti ile  net bir şekilde ayırarak  Ömer’ul- Faruk oldu. Hidayet olmadan aklın bir etkisinin olmadığının en büyü kanıtını gelin Hz Ömer’den dinleyelim

Cemaatte bulunan bir genç daha fazla dayanamayarak, ayağa kalktı ve Hz. Ömer’e dedi ki: “Ey Müminlerin Emiri! Siz cahiliyede bu işleri yaparken aklınız yok muydu? Ancak aklı olmayan biri bunları yapabilir!”

Bir anda Hz. Ömer’in yüzünde acı ile “bakin lem tekün indena Ya Büneyye! İndena akıl ve lakin lem tekün indena hidayet.”  yani “Ey Evladım! Aklımız vardı, ama hidâyetimiz yoktu.”[24] Cevabını vermiştir

Ömerce bir duruş için;

1.Nefsani duygulardan arınmış bir akıl

2.Kimsenin zulüm görmediği bir adalet

3.Allah’tan başka kimseden korkmayan bir kalp

4.Kritik anlarda doğru kararlar verebilecek bir feraset

5.Mazlum ve unutulmuş kimseleri dert edinecek bir incelik

6.İslam’ın izzetini yansıtacak bir duruş

7.Allah’ın kitabına ve resulünün yaşam tarzına sımsıkı sarılacak bir imangerekir.

Doğrular Allah’a yanlışlar tarafımıza aittir..


[1] Seyyid Kutup, Beka Yayınları, “Din Budur”

[2] Seyyid Kutup

[3] (Müslim, Îmân 58. Ayrıca bk. Buhârî, Îmân 3; Ebû Dâvûd, Sünnet 14; Nesâî, Îmân 16; Tirmizî, Birr 80; Îmân 16; İbni Mâce, Mukaddime 9)

[4] (Müsned , II/359; et-Terğib ve’t- Terhib, II/415)

[5] (Buhari, Tevhid, 32)

[6] (Müslim, Zühd, 64)

[7] Seyyid Kutup, Din Budur, Beka Yayınları

[8] Abdülaziz Kıranşal, Gençler İçin Sosyal Medya İlmihali

Sayfa 43

[9] Abdülaziz Kıranşal, Gençler İçin Sosyal Medya İlmihali

Sayfa 40

[10] Abdülaziz Kıranşal, Gençler İçin Sosyal Medya İlmihali

[11] https://sozluk.gov.tr/

[12] Lokman Suresi, 19. ayet

[13] Furkan / 67. Ayet

[14] Fâtır Sûresi (35) 32. Ayet

[15] Buhârî, Îmân 29. Ayrıca bk. Nesâî, Îmân 28.

[16] [2] Buhârî, Rikâk 18.

[17] İmam Gazali, Kalp Risalesi

[18] Hicr 56

[19] Nurullah Genç,Yağmur,1960

[20] Muhammed b. İbn İshâk el-Muttalibî, es-Sîretü’n-nebeviyye (Sîretü İbn İshâk), thk: Ahmet Ferid el-Mezîdî,
Beyrut: 2004, I, 220; Ebû Muhammed Cemalüddin Abdülmelik b. Hişâm, es-Siretü’n-Nebeviyye (Siretü İbn
Hişam), thk: Ömer Abdüsselam Tedmürî, Beyrut 1988, I, 370; Ebû Bekr Ahmed b. Hüseyn b. Ali el –
Beyhakî, Delâilü’n-nübüvve ve ma‘rifeti ahvâli sâhibi’ş-şerî‘a, thk.: Abdülmu’tî Kal’aci, II, 222; Ebû’l-Ferec
Nureddin Ali b. Burhaneddin İbrahim b. Ahmed el-Halebî, es-Siretü’l-Halebiyye: İnsânü’l-uyûn fî sîreti’l-
emîni’l-me’mûn, I, 457 ayrıca bknz Hz. Ömer’in Müslüman Olması Meselesi ve Rivayetlerin
Değerlendirilmesi,Ahmet Ağırakça,s2

[21] Muhammed b. Sa’d b. Menî‘ el-Hâşimî, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, thk: İhsan Abbas, Beyrut 1968, III, 267;
Ebûbekir el-Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, II, 215’de hasen bir isnatla kaydeder. Harice İbn Abdullah İbn
Sâbit gibi sika raviden nakledilmiştir.

[22] Hz. Ömer’in Müslüman Olması Meselesi ve Rivayetlerin
Değerlendirilmesi,Ahmet Ağırakça,s6

[23] [23] Hz. Ömer’in Müslüman Olması Meselesi ve Rivayetlerin
Değerlendirilmesi,Ahmet Ağırakça,s9-10

[24] https://www.siyervakfi.org/aklimiz-vardi-ancak-hidayetimiz-yoktu/,Muhammed Emin Yıldırım

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön