GENÇLERDE ARKADAŞ ETKİSİ VE AHLAK

| Deniz AKPINAR

İnsanoğlu Allah tarafından belli bir intizam ve süreç üzere yaratılmış, doğum ile başlayan dünya serüveni ölüm ile bitecek olan sınırlı özelliklere sahip fakat bunun yanında ‘’Biz hakikaten insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık…’’ (İsra-70) ayetinde belirtildiği üzere yaratılmışlar arasında özel yeri olan bir varlıktır.

Türü olarak yaratılmış olduğu ilk andan kıyamete kadar sürecek bir ömrü olan Âdemoğlu her beşer özelinde de belli evreleri olan bir yaşam süresine sahiptir. Genel hatlarıyla bir insanın ömrü bebeklik/çocukluk, gençlik/olgunluk ve yaşlılık gibi evrelere ayrılabilir. Bu şekilde gruplandırmış olduğumuz her bir evrenin kendine has özellikleri, güçlü yönleri ve zaafları vardır.

Bu evreler arasında en fazla ön plana çıkan evre gençlik dönemi olarak belirttiğimiz evredir. Bir insanın pek çok noktada en güçlü taraflarının olduğu ve belli noktalarda da zaaflarının en fazla olabileceği bir dönemdir gençlik evresi. Tarihsel süreçte yaşanılan ana damga vuran evre çoğunlukla gençlik evresi olmuştur. Bebeklik/çocukluk evresi akıl olarak, fiziksel olarak, tecrübe ve birikim olarak çok da etkin sayılabilecek bir evre olmamakla birlikte yaşlılık evresi de deneyimin, yaşanmışlığın, birikim vb. birçok özelliğin fazla olduğu fakat sahip olunan enerjinin, uzun soluklu planlamanın vb. birçok değişkenin ise az olduğu bir evre olarak karşımıza çıkar. Bahsettiğimiz bu evrelerin dışında kalan ama beraberinde bu evrelerin her ikisinin de zaaflarının en az seviyede olabileceği evre olan gençlik evresi tarihi şekillendirmede ciddi izler bırakmış evredir.

Aynı zamanda akranlarını ve toplumu etkileme ve bunlardan etkilenme hususu söz konusu olduğunda gençlik dönemi en aktif dönem olarak karşımıza çıkar. Kitleleri örgütleme, harekete geçirme ve yönlendirmede en etkin dönem yine gençlik dönemi olmuştur.

Hak ya da batıl, meşru veya gayrı meşru hangi hareket, dava, ideoloji vb. olursa olsun bunlar, en etkin ve en güçlü zamanlarını, gençlik dönemini yaşayan bir lider öncülüğünde yaşamışlardır. İstisnalarının elbette mümkün olduğu ve olabileceği bu durumun genel çoğunlukta bu şekilde olduğunu gözlemleyebiliriz.

Örneğin kendi döneminin müstekbiri ve tağutu olan Nemrut’a karşı Tevhidin simgesi Halilullah Hz. İbrahim (a.s), tarihte putperestliğe vurulan en büyük darbelerden olan ve Allah’a teslimiyette zirve amellerden olan, Enbiya Suresi’nin 51. Ve 71. Ayetleri arasını kapsayan kıssanın 60. Ayetinde “İbrahim adında genç bir adamın putlarımız hakkında ileri geri konuştuğunu duymuştuk, dediler.” Ayetinde Rabbimiz tarafından genç olduğu belirtilmiştir.

Yine tarihte iffet abidesi olarak yerini almış olan Hz. Yusuf (a.s) Rabbi tarafından ilimle şereflendikten sonra kendisini hayasızlığa davet eden kadına karşı ‘’…(Böyle bir alçaklıktan) Allah’a sığınırım…’’ (Yusuf-23) derken, bu kerih ameli yapabilecek en kudretli çağı olan gençlik dönemindeydi. Ama o bu konuda en ufak derecede dahi bir taviz vermemiş, zerre kadar dahi meyil göstermemiş ve kıyamete kadar geçecek sürede benzer durumla imtihana tabi tutulacak olanlar için- ki bilhassa gençler için- muazzam bir örneklik göstermiştir.

Son Peygamber Allah Resul’ü Hz. Muhammed (s.a.v) de bulunduğu toplumda ‘Emin’ sıfatını aldığında, o toplum nazarında en hassas meselelerde dahi kimsenin en ufak bir itirazı olmayacak şekilde hakemlik yapacak kadar dürüst karakteri ortaya koyduğunda ve kıyamete kadar devam edecek olan Hak-batıl savaşının boyutunu evrensel düzeye çıkarıp Vahiy ve Sünnetullah ile biçimlenmiş bu mücadelenin metodunu oluşturmaya başladığında hayat serüveninin gençlik evresindeydi.

Bir öğretmen ve rehber olarak inandığı, vazifelendirildiği tebliğ görevini boynu kılıçların altında olmasına rağmen tereddüt göstermeyerek yerine getiren, İslam’ın devletleşmesinin önünü açan gönüllerin fethini gerçekleştirip Uhud günü şehadete kavuştuğunda Mus’ab bin Umeyr bir gençti.

Yakın tarihimizde emperyalist müstekbirlerin İslam coğrafyasını kuşatmasını hazmedememiş, bu duruma olan itirazını her alanda en yüksek sesle dile getirmiş ve büyük çaplı bir İslami uyanışın oluşmasına öncülük eden kitleleri etkileyip bu mücadelesinin uğrunda İnşa Allah şehadet şerbetini içtiğinde Hasan El Benna gençlik dönemindeydi.

Geçmişimizde bu vb. türden örnekler sayılamayacak kadar çoktur. Ters açıdan bakmamız gerektiğinde ise Hak olmayan batıl davaların ve öncülerinin de kendi içerisinde toplumları etkilediği, onları yönlendirdiği, yeni bir yaşam tarzı vaat ettiği dönemler olmuştur. Bu dönemlerin genel bir çoğunluğunun da yine gençlerin öncülüğünde insanların etkilendiği ve bu etkileme sonucunda da bu öncülerin ciddi bir destekçi/yandaş/taraftar sayısına ulaştıkları görülebilir.

Yaşadığı dönemde bulunduğu coğrafyayla sınırlı kalmış olsa da günümüzde belli bir ekolün fikir babası olarak kabul edilen, sapkın fikirleriyle İslam Dünyası’na maddi ve manevi her boyutta ciddi zararları olan Hasan Sabbah; Mısır, Irak ve ağırlıklı olarak da İran bölgelerinde inanmış olduğu batıl davayı yaymak için her türlü bedel ödemeyi göze alıp, gece gündüz demeyip çabaladığında gençlik dönemindeydi.

Yine 15.yy. da Katolik Kilisesi’nin aşırı zenginleşmesi ve yozlaşması -ki tahrifatla başlayan anla birlikte zaten öyleydi- sonucunda Katolik Kilisesi’ne karşı günümüzde yarım milyarı geçen bir sayıya ulaşan Hıristiyan Protestan mezhebinin oluşmasını başlatan süreç olan Reform Hareketi’nin fitilini ateşlediğinde Martin Luther henüz gençti.

Öte yandan dünyayı iki kutba ayıracak kadar güçlenen, kendilerini yaratan Allah’ı devre dışı bırakmayı amaçlayan, tuğyanın ve sapkınlığın başka bir versiyonuna başkaldıran fakat beraberinde insan için en ideal hayat biçimini sunan İslam’ı ve onun getirdiklerini reddeden düşünce sistemini ortaya atan Karl Marx ve Friedrich Engels, Komünist Manifestoyu yayınladıklarında gençlik dönemlerindeydiler.

Önceki kısımlarda da belirttiğimiz üzere bireyleri veya toplumları etkileyenleri veya bunlardan etkilenenleri yalnızca gençlik evresiyle sınırlı görmüyoruz. Fakat oransal olarak ve tarihsel süreçte bu evrenin daha ağır bastığını söylemek mümkündür.

Günümüzde de aynı şekilde birini etkileme ve birinden etkilenme gençlik evresini yaşayan bireyler arasında daha yaygın ve fazladır. Hem yaşları gereği hem de duygusal anlamda bir arayış içerisinde olan gençler; bireylerden, fikirlerden ya da olaylardan –hatta bazen dengeyi koruyamayacak kadar uç noktalara savrularak- etkilenebilmektedirler.

Karakter ve kişilik, ilk adımı ergenlik olan ve gençlik döneminde yavaş yavaş belirginleşmeye başlayan olgulardır. İnsan bu dönemde karşılaşmış olduğu çoğu şeye, belki de ilk defa karşılaştığı için algılarını biraz daha fazla açar. Ve bunun sonucunda da bir etkileşim meydana gelir. Bu etkileşme karakter olarak da fikirsel olarak da duygusal olarak da olabilir. Bu noktada birey bu etkileşim sonucunda bir yönelim gösterir. Bu durumun istisnaları elbette mevcuttur.

Bu etkileşimi tarihi geçerliliği olan atasözleri gayet açık şekilde ifade etmektedirler. Örneğin “Üzüm üzüme baka baka kararır” sözünü ele alabiliriz. Bu atasözü irdelendiğinde etkileşim halinde olan bireylerin –bilhassa şahsiyet oluşumunun en hassas sürecinde olan gençlerin- zamanla ortak noktalarının arttığını, olumlu veya olumsuz birbirlerinden birçok özellik kazandıklarını görebiliriz. Bu durumun gençler için belki de en yoğun olduğu yer, lise dönemi de belli bir yer tutuyor olsa da üniversitelerdir. Bırakın çatısı altında olduğu bireyleri üniversiteler, bulunmuş olduğu ya da sonradan gitmiş olduğu yerleşim yerlerinin dahi yapısını önemli ölçüde değiştiren yerler halini almışlardır. Haliyle etkileme gücü bu kadar yüksek olan bir yapının değişime, dönüşüme ve etkileşime sebep olmaması mümkün değildir. Gençler üniversite çağı döneminde gerek okul ortamı olsun gerek yurt, ev, pansiyon, vb. barınma yerleri olsun gerekse kültürel, sportif, eğitsel olsun gerekse de halk deyimiyle “takılma” yerleri olsun ortak zaman geçirdikleri anlarda hep birbirlerini etkileme ve birbirlerinden etkilenme eylemi içerisinde olurlar. Bu etkileşim beraberinde iyi, doğru şeyleri getirdiği gibi kötü, zararlı ve insanı ciddi yanlışların içerisine sürükleyebilecek durumları da getirir. Bu dönemde çeşitli vesilelerle aileden ayrılıp yeni ortamları fark eden gençler yavaş yavaş kendilerine yetebileceklerini, ferdi kararlar alabileceklerini, aldıkları bu kararları uygulamaya hatta uygulatmaya daha fazla haklarının olduğunu düşünürler. Bu düşünce neticesinde kendine daha çok benzeyen ortamlara girme ve girmiş olduğu ortamı mümkünse kendisine benzetme gayretine girerler. Sonuçta detaylar değişse de genel hatlarıyla ortak yönleri fazla, belli bir kalıba bürünmüş ve kendilerine ortak bir karakter oluşturmuş olurlar. Bu aynı müzik tarzından hoşlanma, aynı giyim tarzını benimseme vb. maddi şeylerde olabileceği gibi fikirsel, duygusal ve ideolojik anlamda da olabilir. Ortak yönleri fazla olduğu için kişiyi kendi dışında, kendisiyle paralel yaşam süren bir arkadaşından da yola çıkarak değerlendirebiliriz. Yine bu konuda “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.” sözünü örnek olarak verebiliriz. Çünkü insan kendisine her anlamda en yakın özelikte olanlarla birlikte olmayı ister. Tavrını, hal ve hareketlerini bu ortak noktaları referans alarak oluşturur. Bunun neticesinde de ortaya belli bir ahlak çıkar. Tabi bu ahlak sadece bu anda oluşan bir şey olmayıp geçmişin birikimiyle birlikte ortaya çıkar. Zaten kelime anlamı olarak ahlak, insanın doğuştan getirdiği ya da sonradan ortaya koymuş olduğu belli başlı tutum ve davranışların tümü olarak veya kişide huy olarak bilinen iyi ya da kötü olabilen nitelikler olarak tanımlanmaktadır.

İnsanın ahlak olarak şekillenmesi fıtratı gereği doğumuyla başlar, ailesinde devam eder ve süreç içerisinde bulunmuş olduğu her ortamda değişime, gelişime ve olgunluğa kavuşur. Tabi şu noktaya önemle dikkat çekmek gerekir ki ahlakın oluşmasında belirleyici etkenin ve referans alınacak merkezin neresi olacağıdır. Bu konuda fikir sahibi herkesin merkeze alacağı yer değişebilir. Ama Müslüman olduğunu söyleyen, kendisini İslam’a nispet den her birey için tercihi söz konusu olmadan merkeze alacağı yer Allah ve Resulü’ nün belirlemiş olduğu noktadır. Zira tek bağlayıcı olan nokta burasıdır ve ameller özünde onlara kıyasla değerlendirilir. Ahlak da aynı şekilde kusursuz tek otorite olan Allah ve bu otoriteye teslimiyeti en güzel biçimde yerine getirip o otorite tarafından terbiye edilen Resul’ün yaşadığı, anlattığı ve öğrettiği şekilde olmalıdır. Ancak insan bu şekilde yaratılmış olduğu fıtratın gerektirdiğini tam anlamıyla yerine getirmiş olur. Aksi takdirde eğilimleri, yönelimleri ve nefsani arzuları onu, sonucunda hüsran olan ve fıtratın zıddı, kerih ve nahoş bir ahlak sahibi yapar.

Söz konusu ahlak olduğunda onun nasıl olması gerektiğine dair ya da neleri kapsayacağına dair her dinin, düşüncenin, ideolojinin kendi bakış açısına göre bir kabulü ve tanımlaması vardır. Fakat bu durum doğru ve geçerli değildir. Çünkü bu konuda daha önce de belirttiğimiz gibi söz sahibi otoriteler bellidir. Ve bu otoritenin tek sahibi olan Allah kimseye bundan bir pay vermemiştir.

Allah, yaratıcı olarak insanlar arasındaki ilişkilerin nasıl olacağına karar verici olan tek otoritedir. İnsanın fıtratını en iyi bilen O’ dur. Yine insan için en iyisinin ne olacağını bilecek olan da O’ dur. Eğer insan bu düzene ve yönlendirmeye uyarsa sonun da ebedi kazancın olduğu bir yola girmiş olur. Fakat tabiatı gereği insan yanlış kararlar alıp kendisini hem dünyada hem de ahirette hüsrana uğratacak adımları da atar. İnsan almış olduğu bu kararlarda, aile ve yakın akraba tarafından öncelikli olarak etkilense de nihai olarak dış çevreye açılmasıyla edinmiş olduğu arkadaşlıklar tarafından da ciddi oranda etkilenir. Hele ki bu arkadaşlıklar gençlik döneminde ise apayrı bir önem arz ettiğini söylemek gerekir.

Gençlik dönemini yaşayan birey, sahip olduğu arkadaşları ve onlarla kurmuş olduğu arkadaşlık hukuku sonucunda her türlü paylaşıma açık hale gelir. Bu durum öyle bir noktaya gelir ki arkadaşlık ilişkisine sahip olan bireyler ortak numuneleri barındırırlar. Bu yüzden kişi edinmiş olduğu arkadaşı ve kurmuş olduğu arkadaşlık ilişkisini önemli bir şekilde sürekli otokontrol yaparak gözden geçirmelidir. Zaman zaman da edinmiş olduğu arkadaşlığı dışarıdan gözlemleme, değerlendirme ve test etme eylemine girişmelidir. Böylece dahil olduğu arkadaş ortamını daha isabetli ve sağlıklı değerlendirmiş olur. Bu değerlendirme sonucunda acaba kurmuş olduğu bu arkadaşlık kendisini hayra mı yoksa şerre mi, doğruya mı yoksa yanlışa mı, iyiye mi yoksa kötüye mi çağıyor net bir şekilde görmüş olur.

İnsan ne ile ve hangi kaynaktan beslenirse ondan izler taşır ve ondan bir şeyler yansıtır. Eğer kişinin arkadaş ortamı nefsani duygulara hapsolmuş, nefsini veya şeytani hedefleri kendisine rehber edinmiş bireylerden oluşursa kişi dahil olduğu bu ortamın özelliklerini taşır. Öte yandan yine kişi Hak olanı gerçek haklığıyla bilen, onun doğrularını yol edinen kişilerle arkadaşlık hukukunu oluşturursa onlardan izler taşır.Bu konuda;

Allah, inananların (koruyucusu, yardımcısı, dostu ve) velisidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların velisi de (Allah’ın otoritesini ve hükümlerini hiçe sayarak kendilerini ilâhlaştıran insan ve cin şeytanları, yani) tağutlardır. (Bu azgın şeytanlar), onları aydınlıktan karanlıklara sürüklerler. İşte bunlar, cehennem halkıdırlar ve sonsuza dek orada kalacaklardır.” (Bakara-257)

“Çünkü her kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, (mahşer günü) Allah’ın nimetler bahşettiği Peygamberlerle, (doğruluktan ayrılmayan) Sıddıklarla, (Allah yolunda seve seve canlarını feda ederek hakikate şâhitlik eden) şehitlerle ve (iman, ahlâk ve ibadette ihsan mertebesine ulaşmış olan) Salihlerle birlikte olacaklardır. Ne güzel arkadaştır onlar!” (Nisa -69)

Ebu Hureyre Radıyallahu anh anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:

“Kişi dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat etsin.” (Ebu Davud, Edeb, 19, Tirmizi, Zühd, 45)

Ebû Mûsâ el-Eş ‘ari (ra)’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav)şöyle buyurmuştur:

“İyi ve kötü arkadaşın hali, güzel koku satanla körük çekenin haline benzer: Misk satan, ya sana güzel kokusundan bir miktar meccanen verir ya sen satın alırsın ya da (hiç değilse onunla beraber olduğun sürece) güzel koku koklamış olursun. Körük çeken kimse ise ya elbiseni yakar ya da (en azından) körüğün kötü kokusundan rahatsız olursun.” (Buhârî, Zebâih 31, Büyû’ 38; Müslim, Birr 146. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 16)

Ayetleri ve hadisleri kişinin hayatında kurmuş olduğu arkadaşlık ilişkisinin ne denli önemli olduğuna örnek verilebilir. Bu arkadaşlık hayır sahibi biri ile kurulmuşsa kişiyi hayra, şer sahibi biri ile kuruşmuşsa da şerre götürmesi kaçınılmazdır. Kim hangi boyayı taşıyorsa arkadaşını o boya ile boyayacak yine kimin de arkadaşı hangi boyayı taşıyorsa kişi o boya ile boyanacaktır. Bu konuda en güzel boya ise;

“(Bizler), Allah’ın verdiği renklerle (boyandık. Çünkü kâinatta her şey Allah’ın verdiği renklerle boyanmıştır. Yani Allah tarafından gönderilen ve insanın yaratılış özelliklerine en uygun olan o doğal ve tertemiz inanç sistemine iman ederek, hayatımızın her alanını bu inanca göre şekillendirdik. Çünkü Allah’ın dini, insanın kendi rengi kadar doğaldır, suni boyalar gibi çirkin ve iğreti durmaz, solmaz, pörsümez, silinip yok olmaz. Öyle ya), kimin boyası Allah’ın boyasından daha güzel olabilir? İşte bu yüzden biz, ancak O’na kulluk ederiz.” (Bakara-138) Ayetinde buyurduğu üzere Allah’ın boyasıdır. O boya ile boyananlar kurtuluşa erecek o boya dışında, başkalarının boyası ile boyanacaklar ise ebedi hüsrana uğrayacaklardır.                                                                                                                        Bu

durum insanlık genelinde olduğu gibi gençlik özelinde de böyledir.

Doğduğu andan öldüğü ana kadar geçen süre zarfında; insanoğlunun bulunmak için hayatında en çok arzulayacağı dönem şüphesiz gençlik dönemidir. Öte yandan bu dönemde yapılan tercihler ve edinilen ahlak ne”tice olarak hem dünyayı hem de ahireti etkiler. Haliyle kişi de bu dönemde kendisini yarı yolda bırakacak ona her iki dünyada da faydası olmayacak arkadaşlıklardansa, onu her daim Hakk’a çağıracak ebedi kurtuluşu için dertlenecek bir ahlak sahibi olan arkadaş ve arkadaşlıklar edinmelidir. Çünkü hiçbir pişmanlığın ve yardımcının olmadığı O gün kazananlardan olmamıza yardımcı olacak olan gerçek arkadaşlar onlar olacaklardır.

“Yazıklar olsun bana! Keşke falanı dost edinmeseydim!” (Furkan-28)

Rabbimizden halis bir iman, güzel bir ahlak, makbul amel ve salih arkadaş/arkadaşlıklar niyaz ederiz. Hamd Âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön