Gençler İçin Davaya Dönüş

| Zeynep Koçaklı

Hamd, “Doğrusu Onlar; Rablerine inanmış, genç yiğitlerdi. Biz de onların hidayetini artırmıştık.” buyuran Allah’a, Salat ve selam, ‘Allah’ın gölgesinden başka hiçbir gölgenin bulunmayacağı bir günde, gölgelenecek yedi zümreden birinin Rabbine ibadet içinde yetişen genç’ olacağını bildiren Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem ve O’nun bu sözü neticesinde evlatlarını bunun bilincinde gençler olarak yetiştiren âline ve ashabına olsun.

Gençlik, büluğa erme neticesinde, biyolojik ve psikolojik bakımdan çocukluğun sonu ile, toplum hayatında sorumluluk alma dönemi olan 12-24 arasında kalan yaş grubudur.

Günümüzde Müslüman gençlerin çoğu, İslâmî hedef ve gayelerimizden uzak, ahlakî bir çöküntü içerisinde, vasıf ve sorumluluklarının bilincinde olmaksızın, özgüvensiz, tembel ve isteksiz bir anlamsızlıkla yaşamaktadır. Bu gençler gideceği adresi bilmeyen bir yolcu gibi hangi yöne çekilirlerse o tarafa doğru yöneliyorlar. Arada ki köprü olması hasebiyle de gençlik çağı bir belirsizlik ve arayışlar devresi olduğundan gençleri bu belirsizlik ve arayışların gölgesinde kaybetmek üzereyiz. Fakat bu demek değildir ki genç nesli tamamen kaybettik. Buna izin veremeyiz. Bugün gençlerin neden bu kişilik karmaşası, bunalımlar ve kendini kaybedişler içinde olduğu mühim olsa da sebeplerini anlatmaya sayfalar yetmez. Bizim -şimdilik- elde etmek istediğimiz faide bu değildir. Yaşadığımız asırda gençliğe yüklenen anlam daha doğrusu anlamsızlığı çözmek ve ortadan kaldırmak için adımlar atmaktır.

Bunu istememizin yegane amacı ise, gayenin gerçekleştirilmesine yardımcı olacak genç nesle olan ihtiyaçtır.

Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem dönemine baktığımızda, O’na ilk inananların fakirler, köleler ve gençler olduğunu görüyoruz. İslam devletini bunlar kurdular ve onun koruyucusu oldular. Güçlerini iman kuvvetinden ve gayeye ulaşma arzusunda buldular. Bugün ise gençlerimizde ki en büyük iki eksiklik budur. Bunları gidermek için ise izlememiz gereken yol aslında oldukça basittir. Öncelikle sorunumuzun farkında olmalıyız. Sosyoloji de şöyle bir kural vardır: “İctimai bir hadisenin sebebi, yine başka bir ictimai hadisedir.”

Günümüz gençliğinin problemlerinin sebebi içinde yaşadığı toplumdur. İkisinden birini ıslah etmek diğerini de kurtaracak, aynı yolun yolcusu yapacaktır. Öyleyse gençliği iyileştirmek için öncelikle toplumun geri kalan kısmında bulunan, ‘gençleri yetiştiren’leri iyileştirmeliyiz.

Bu durumda zincirin en tepesinde liderlerimiz ve öğretmenlerimiz bulunuyor. Malik el-Şahbaz’ ın şu sözü tam da bu noktada aklıma geliyor: “Tüm uyuyanları uyandırmaya tek bir uyanık yeter.” Herkesin tastamam uyumadığına eminiz ama aramızda çok uyku mahmuru olan var ki bir türlü o rehavet üzerimizden kalkmıyor. Bir şeyler yanlış yapılıyor ki çoğu kişi uyumaya devam ediyor, bazıları horluyor…

Eğitim – öğretim, liderlik etme noktasında eksiğiz. Allah-u Teala’nın Nahl suresi 125. Ayet-i kerimesinde: “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzeli ile mücadele et…” buyruğunun tesirini, Müslüman bir toplumun önderleri ve öğretmenleri sayılan kişilerde göremediğimiz için toplumun geri kalanında da göremiyoruz. Yöntem bilmediğimiz gibi işe ehlini verme anlayışımız da fazlasıyla körelmiş durumda.

İslam tarihinde bir toplumun lideri ne işle meşgul ise halkın konuştuğu ve yöneldiği de o olurdu. Ömer b. Abdülaziz döneminde halk, mescidlerden ve ilimden, alimlerden bahseder, yeni mescidler imar edip ilim adamları yetiştirirdi. Ömer b. Abdülaziz de ilim ehli bir insandı. Yezid b. Velid’in halifeliği döneminde ise halkın konuştuğu ve yöneldiği iş görkemli saraylar, ziyafetler ve içki sofraları olmuştur. Verilen iki örnekte de halife ne işle meşgul ise halkın gündemi de o olagelmiştir.

Önder ve öğretmenlerimiz ne işlerle meşguller? Yahut toplumda ki yetişkin bireyler ne işlere ilgililer? Toplumun ıslahı veya gençler için ki bu gençler kendi evlatları oluyor, ne yapıyorlar?

Verdikleri tüm uğraşları yok saymak nankörlük olacaktır. Artık Müslüman ebeveynler belli bir yönden daha bilinçli bireyler haline geldiler. Evlatlarını İslâmî bir eğitim almaları, dini vecibelerini yerine getirmeleri hususunda fazlasıyla yönlendiriyorlar. Ama bu bilinci yerleştirseler bile inancı ve imanı aşılama noktasında büyük bir yanlışa düştükleri için neyi neden yaptığını bilmeyen, amaçsız bir gençlik ortaya çıkıyor. “Biz ancak atalarımızın dini üzereyiz.” diyen inkar ehline çok benzemiyor mu onların bu hâli? Üstelik bu ebeveynler aynı zamanda evlatlarının en küçük bir tehlikeye dahi atılmasını istemiyor, tüm yükü başkalarının çocukları yüklensin istiyorlar. Bu dava için yetiştirdiklerini söyledikleri çocuklarının bu dava için öne atılmasından öylesine korkuyorlar ki aslında o inancın öncelikli olarak onlarda eksik olduğunu daha iyi müşahede edebiliyoruz. Bu maalesef kötü bir eleştiri veya çamur atma değildir. Düpedüz, salt, acımasız bir gerçektir. Biraz canımızı yakmalıdır, biraz içimize oturmalıdır ki bizi vicdan azapları içinde kıvrandırıp, yaptığımız yanlıştan dönmemiz için bize yol göstersin. Bu defa baştan başlayalım ve en iyisini yapalım.

Liderlerimiz konusunda da aynı fikirdeyim. Ömer b. Hattab (r.a.) “Bana Ubeyde gibi adamlar verin.” derken yanılmamıştır. Bizim Ubeyde gibi adamlarımız yok. Onlar gibi adamlar yetiştiremiyoruz. Musab gibi öğretmenlerimiz yok. O Medine’ye gittiğinde insanlara sadece bildiği az miktarda ayetleri öğretti. Ama insanlar onun ahlakından ve duruşundan, temsil ettiğini bilerek sürdürdüğü yaşamından oldukça etkilendi. Musab gibi olmak için Musab’ca çabalar gösterdiler.

Bizim öğretmenlerimiz ruhsuz, liderlerimiz ise doğru görüşlü değil. Kalplere dokunmak isteyen önce elini kendi kalbine koymalı. Kibirden, eğer bizi davadan alıkoyuyorsa fazla ilimden, liyakat ehli değilsek liderlikten feragat etmeli, yaptığımız hataların farkına varmak için kendimizi dışarıdan izlemeliyiz. Öğretmen ve lider ne olursa olsun kişisel problemlerini şahıslarla arasına koymamalı, adil olabilmelidir.

Bu her konu, her düşünce için böyle olmalıdır.

Bundan sonra ise kendimize gelmek ve yaptığımız yanlışları düzeltmek için tek bir ayet yeter. O da örneğini vermiş olduğumuz Nahl suresi 125. ayettir.

“… Onlarla en güzeli ile mücadele et…”

En güzeliyle mücadele etmek için önce “en güzel” olmak gerek. Bizler ise güzel olan şeyleri unutmuş bulunmaktayız. Sevgi, şefkat ve kardeşliği. Liyakat, saygı, incelik ve anlayış sahibi olmayı. Cömertlik, cesaret ve asaleti… dimdik durmayı şerefli olmayı unuttuk. Müslüman Hakk’tan başka kimsenin karşısında boyun eğmez, ezilip büzülmez. Haklıya hakkını verir. Bunları unuttuk.

Hatrımıza geldiği zaman, Abdurrahman Ahmed’in dediği gibi, hep birlikte aynı amaca varmak isteyecek ve bu amaca varmak için bu yolu almakta (gençlerle) birlikte bulunacağız.

Şimdi, “Gece karanlık, gökyüzü kapkara, deniz taşkın, üst üste yığılmış karanlıklar” var önümüzde. “Allah bize bir nur ihsan etmezse, (bizim için) hiçbir nur olamaz.” (Nur-40)

Bu nurun peşinden koşup amacımıza ulaşmak için önümüzdeki bu engelleri aşmak uyku

mahmuru da olsa, uyanık sayılanlara düşüyor.

Unutmayalım, bu yolda engeller olmayacaksa, yolun da bir anlamı olmayacaktır.

Öyleyse Allah’ın yardımı da bu yolda Rabbinin buyruklarına tabi olan, sürüyü takip etmeyerek uyanık kalmaya çalışan ve bu dava uğruna ruhu genç kalabilenlerin üzerine olsun.

Sınırı olmayan bir saygı, hürmet ve sevgiyle selametler dilerim.

Benzer yazılar

Aramak istediğinizi üstte yazmaya başlayın ve aramak için enter tuşuna basın. İptal için ESC tuşuna basın.

Üste dön